Hızlı Erişim
Sayfa No   & 1249
Hüseyn Hilmî Işık
İcâzetnâme
timeline_pre_loader

8 Mart 1911

Son devir İslam âlimi, evliya ve fen adamı. Müsteâr ismi “Sıddîk Gümüş”tür. Bazı kitaplarında bu ismi kullanmıştır. 8 Mart 1911 tarihinde (H.1329) İstanbul-Eyüp Sultan’da doğdu. Babası Saîd Efendi ve dedesi İbrâhîm Pehlivân, Plevne’nin Lofca kasabası, Tepova köyünden, annesi Âişe hanım ve annesinin babası Hüseyin ağa da, Lofca kasabasından idiler. Babası Said Efendi, Doksanüç Harbi denilen 1877 Osmanlı-Rus Harbinde muhâcir olarak İstanbul’a gelip, Eyyûp Vezirtekke’ye yerleşti. Said Efendi 1929 senesinde vefât etti. Eyüp Sultân kabristânında medfûndur. Annesi Âişe Hanım, 1954’te Ankara’da vefât etti. Bağlum mezarlığındadır.

Tahsile Başlaması

Hüseyin Hilmi Efendi beş yaşında, Eyyüb Câmii ile Bostan iskelesi arasındaki Mihri Şâh Sultân ilk mektebine başladı. Burada Kur’ânı kerîm’i hatmetti. 1924 senesinde aynı yerdeki Reşadiye numune mektebini birincilikle bitirdi. O sene, Konya’dan İstanbul’a getirilmiş olan, Halıcıoğlu Askerî Lisesi giriş imtihânlarını pekiyi derece ile kazandığı gibi ikinci sınıfa da birincilikle geçti. Her sene takdîrler alarak 1929’da askerî liseyi birincilikle bitirdi ve askerî tıbbiyye mektebine seçildi.


Derslerindeki çalışkanlığı ve üstün istidadı hocalarının dikkatini çekiyordu. Lisede iken geometri hocası, her dersi verince Hüseyin Hilmi Efendiye tekrâr ettirirdi. Arkadaşları, “Sen anlatınca dahâ iyi anlıyoruz” derlerdi.


Derslerindeki çalışkanlığı ve üstün istidadı hocalarının dikkatini çekiyordu. Lisede iken geometri hocası, her dersi verince Hüseyin Hilmi Efendiye tekrâr ettirirdi. Arkadaşları, “Sen anlatınca dahâ iyi anlıyoruz” derlerdi.


Lisede okurken, mukaddesâtına saldıranları görünce, hayâl kırıklığına uğradı. Birkaç sene önce, berâber oruç tuttuğu, namaz kıldığı arkadaşları iftirâlara aldanarak, ibâdetten vazgeçtiler. Namaz kılan oruç tutan tek o kalmıştı. Yalnız kalmak, onu çok üzdü. 1929 senesinde, lise son sınıfta, on sekiz yaşında idi. Kadir Gecesi, okulda yatmışlardı. Uyuyamadı. yatağından fırladı. Düşüncelerinde, îmânda yalnız kalmıştı. Sıkılıyordu, bunalıyordu. Bahçeye çıktı. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyüp Sultân’ın, yâni Hâlid bin Zeyd’in türbesine karşı, Haliç’in ışıklı dalgaları, sanki ona, “üzülme, sen haklısın” diyorlardı. Hıçkırarak ağladı. “Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru!” diye yalvardı. Allahü teâlâ, bu mâsum ve hâlis duâsını kabul buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilim deryâsı Abdülhakîm Arvasi “rahmetullahi aleyh”, önce rüyâda, sonra câmide karşısına çıktı ve onu kendine çekti.

Abdülhakîm Arvasi hazretleri ile karşılaşması

Bir gün dersten çıkmış öğle namazını kılmak için Bâyezîd Câmiine gitmişti. Nur yüzlü bir ihtiyâr, içerde oturmuş, önündeki bir kitaptan anlatıyordu. Güçlükle gidip, arkasına oturup dinledi. (Evliyâ mezârları nasıl ziyâret edilir?) konusunu işliyordu. Hiç bilmediği, çok merâk ettiği şeylerdi. O sırada câmi içinde ikindi namazı kılınmaya başlandı. Hoca da kitâbı kapayıp, “Bu kitâp Allah rızâsı için bu küçük efendiye hediyem olsun” diyerek arkasına uzattı. Kalkıp namaza başladı.


Hoca efendi, kendisini görmemişti. Arkasında küçük efendi olduğunu nereden anlamıştı? Kitâbı alınca, câminin boş yerine koşup namazını kıldı. Kitâbın kapağında “Râbıta-i Şerîfe” ve altında “Abdülhakîm” yazılı idi. Yanındakine sorup, kitâbı verenin Abdülhakîm Efendi olduğunu, Cuma günleri, Eyüp Câmiinde vaaz verdiğini öğrendi. Cuma gününü bekledi. Büyük câmide hocayı aradı. Göremedi. Sordu. “O, başka câmide imâmdır. Orada kılıp, buraya gelir. Dışarıda bekler” dediler. Dayanamadı. Dışarı çıktı. Onu, bir kitâpçı sergisinin yanında duruyor gördü.


 

Cemâat câmiden çıkmaya başlayınca Abdülhakim Efendi kalktı, câminin yan tarafındaki küçük bölüme girdi. Yerdeki yüksek mindere oturup rahle üstündeki kitaptan anlatmaya başladı. Hüseyin Hilmi Efendi, en önde karşısına oturmuş dikkatle dinliyordu. Hiç işitmemiş olduğu çok merâk ettiği din ve dünyâ bilgilerini zevkle dinledi. Defîne bulmuş fakir gibi, serin suya kavuşmuş, ciğeri yanık kimse gibi idi. Gözlerini Seyyid Abdülhakîm Efendiden hiç ayırmıyor, onun sevimli, nûrlu yüzünü seyretmeye, söylediği, her biri pırlanta gibi kıymetli bilgileri dinlemeye dalmış, kendinden geçmiş, dünyâ işlerini, mektebini, her şeyi unutmuştu. Kalbinde, tatlı tatlı bir şeyler dolaşıyor, sanki yıkanarak temizleniyordu. Dahâ ilk sohbeti, ilk sözleri Hüseyin Hilmi Efendiyi mest etmişti. “Fenâ” denilen ve kavuşmak için uzun seneler çile çekilen nimet, sanki bir derste hâsıl olmuştu.


 

Ne yazık ki, bir saat geçmiş, ders bitmişti. Bu bir saat, Hüseyin Hilmi Efendiye bir an gibi gelmiş, rüyâdan uyanır gibi, elindeki not defterini cebine koyarak, dışarı çıkmak için kapıdaki kalabalığa karışmıştı. Ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken, birisi eğilip, kulağına, “Küçük efendi! Seni çok sevdim. Bizim ev mezârlık arasındadır. Bize gel. Seninle konuşuruz!” dedi. Bu sesin sahibi, Seyyid Abdülhakîm Efendi idi.


 

O gece, Hilmi Efendi, rüyâsında “Bulutsuz, parlak mâvi bir semâ gördü. Etrâfı, câmi kubbesindeki gibi parmaklıkla çevrilmiş, burada nur yüzlü biri gidiyordu. Başını kaldırıp bakınca, Seyyid Abdülhakîm efendi olduğunu gördü.” Heyecanla uyandı. Birkaç gün sonra, yine rüyâsında, “Hazret-i Hâlid’in türbesinde sandukanın baş tarafına oturmuş bir zat gördü. Yüzü ay gibi parlıyordu. İnsanlar elini öpmek için bekliyordu. Hilmi Efendi de gitti ve sırası geldiğinde elini öperken uyandı.”

Yanından hiç ayrılmıyordu

Artık sık sık Abdülhakîm Efendinin evine gitmeye başladı. Bâzan sabâh namazından önce gelip, yatsıdan sonra, istemeye istemeye zorla ayrılıyordu. Hatta herşeyi unutup, yeniden görüyormuş gibi oluyordu. Yemekte, namazda, istirâhatte, bir yere gitmekte, Abdülhakîm Efendiden hiç ayrılmıyor, hareketlerine dikkat ediyor ve hep onu dinliyordu. Bir dakîkanın boş geçmemesi için çırpındığı gibi, tatil günlerinde, boş kaldığı zamanlarda da, hep oraya gidiyordu. Câmilerdeki vaazlarını hiç kaçırmıyordu. Abdülhakîm efendi ona önce Türkçe kitaplar, birkaç ay sonra, Arabî ve Farisî okuttu. Emsile, Avâmil, Simâ’î masdarlar. Emâlî kasîdesi, Mevlânâ Hâlid Dîvânı, İsaguci denilen mantık kitâbını ezberletti.


Seyyid Abdülhakîm Efendinin Hüseyin Hilmi Efendiye ilk verdiği vazîfe, İmâm-ı Begavî’nin “Kazâ-kader” hakkındaki, birkaç satırının Arabî’den Türkçeye tercümesi oldu. Tercümeyi, yaparak, ertesi gün hocasına götürünce, “Çok iyi, doğru tercüme etmişsin. Hoşuma gitti” buyurdu. (Bu tercüme, Seadet-i Ebediyye kitabının 412. sayfasındadır)

Tıb Fakültesinden eczacılığa geçmesi

Hüseyin Hilmi Efendi, tıbbiye mektebinde ikinci sınıfa birincilikle geçti. Kemik vizesini vermiş, kadavra üzerinde çalışma zamanı gelmişti. O hafta Eyüp’e gitti. Abdülhakîm Efendi ile bahçede başbaşa otururlarken, “Sen doktor olma. Eczâcılığa naklet! Çok iyi olur” buyurdu. Hilmi Efendi, “Ben sınıfın birincisiyim. Eczâclığa geçmek için izin vermezler” deyince: “Sen istida (dilekçe) ver. Allahü teâlâ inşâallah nasîb eder” buyurdu. Dilekçelerden, yazışmalardan sonra, Hilmi Efendi Eczâcı mektebi ikinci sınıfına gecti. Abdülhakîm Efendinin emri ile, Paris’te çıkan Le Matin gazetesine abone olup, Fransızcasını ilerletti. Eczâcı mektebini ve sonra Gülhâne hastahânesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce, üsteğmen olarak askerî tıbbiye mektebine müzâkereci tâyin edildi.

Yeni bir buluşu

Sarf ve nahv mühendisi

Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, her fırsatta İstanbul’a giderdi. Bu ziyâretleri güçleşince mektup yazarak gönlünü ferahlatırdı. Abdülhakîm Efendi, cevaben bir mektupta şöyle yazmıştır: “Pekçok sevilen Hilmi ve Sedâd! Sevimli mektûbunuzu aldık. Senâ ve şükre bâis oldu. Avâmil’in tercümesini güzel yapmış. Demek ki, anlamış. Hilmi istifâde eder. Sedâd istifâde eder. Avâmil’in bir şerhi, bir de mu’rebi vardır. Bunları bir vâsıta ile gönderirim. Zâten nahiv itibâriyle kâfî olur. Sonra kimyâ mühendisi olduğunuz gibi, bir de sarf ve nahiv mühendisi olursunuz. Diğer mühendisler çoğaldıkça, kıymetten düşerler. Bu mühendislik haddi zâtında makbûl olduğu gibi, nâdir olmuş, azalmış ve bitmiş olduğundan çok makbûl olur. Demek orada bulunmanız, böyle devlet-i azîmeye nâil olmak için olmuş. Selâmlar ve düâlar ederiz.”


Başka bir mektupta, “Hilmi, mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükrettim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarayan ve dîn-i islâmda misli telîf edilmiş olmayan Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî kitâbını okuyup bâzısını anlamanın çok ziyâde bir fadl ve ihsân olduğunu bilmelisin!…”


Hüseyin Hilmi Işık, Mamak’ta iken, İmâm-ı Rabbânî’nin ve oğlu Muhammed Masûm’un üçer cild Mektûbât’larının Müstekımzâde tarafından yapılan Türkçe tercümelerini birkaç kere okuyarak, bu altı cild kitâptan, harf sırası ile özet çıkardı. Üç bin sekiz yüz kırk altı madde hâlinde meydâna gelen bu özeti, İstanbul’a gelince Seyyid Abdülhakîm Efendiye okudu. Hepsini, dikkatle dinledi, çok beğendi. Bu bir kitâp olmuş. İsmini “Kıymetsiz Yazılar” koy, buyurdu. Hüseyin Hilmi Işık’ın şaşırdığını görünce, “Anlamadın mı? Bu yazılara kıymet biçilebilir mi?” dedi. (Bu kitap, Hakikat kitabevi tarafından bastırılmıştır)

Evlenmesi

1940 senesinde, Abdülhakîm Efendinin tavassutu ile Karamürsel Kumaş Fabrikası Müdürü Ziya Beyin kızı Nefise Siret Hanım ile evlendi. Belediye kaydını müteakip, nikahı, Hanefî ve Şâfi’î mezheblerine göre Abdülhakîm Efendi kıydı. Düğün yemeğinde Hilmi Işık’ı yanına oturttu. Yatsıdan sonra kendisine duâ etti ve zevcesine teveccüh buyurarak, “Sen benim hem kızım, hem de gelinimsin” dedi. Böylece Hüseyin Işık’ı manevi oğulluğa kabul ettiği anlaşıldı.

Hocasının vefatı

Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, 1943 senesi sonbahârında Ankara, Hamamönü’ndeki evinde otururken, Abdülhakîm Efendinin yeğeni Fârûk Beyin oğlu avukat Nevzâd Işık gelip, “Hilmi ağabey! Efendi babam seni istiyor” dedi. Şaşırdı. Efendi hazretlerinin Ankara’da ne işi olabilirdi? Birlikte, Fârûk Beyin Hâcı Bayram’daki evine geldiler. Abdülhakim Efendinin Ankara’da mecburi ikamete tâbi tutulduğunu öğrendi. Yorgunluktan çok zayıf, hâlsiz oturmakta olduğunu gördü. Hilmi Işık, her akşam gelip, koluna girer ve yatak odasına geçirdikten sonra, üstünü örtüp, yüksek sesle “Kul-e’ûzü”leri okuduktan sonra ayrılırdı. Gündüzleri, ziyârete gelenler, karşısındaki sandalyelere otururlar, az sonra giderlerdi. Hilmi Işık’ı her zaman yatağının içine oturtur, hafîfçe bir şeyler söylerdi. Yirmi gün sonra burada vefat etti. Bağlum’da defnedilirken, oğlu Ahmed Mekkî Efendinin emri ile, Hilmi Işık kabre girip, dînî vazifeleri yaptı. Yine Mekki Efendi, “Babam, Hilmi’yi çok severdi. Onun sesini tanır. Telkîni Hilmi okusun!” buyurdu ve bu şerefli vazîfeyi de Hilmi Efendi yerine getirdi.


Hocası Seyyid Abdülhakîm Arvasi hazretlerinin Ankara Bağlum’daki kabri başında dua ederken Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, birkaç sene sonra, İstanbul’da yazdırdığı mermer taşı Bağlum’daki kabre koydurdu. Van’da Seyyid Fehîm hazretlerine de mermer taş yazdırdı. İstanbul’da Abdülfettâh Akri ve Muhammed Emîn Tokâdî’nin kabirlerini de tamîr ettirdi. 1971’de Delhi, Diyobend, Serhend ve sonra Karaşi’yi ziyâret etti; Panipüt şehrinde, Senâullah Dehlevî hazretleri ile Mazhar-ı Cân-ı Cânân’ın zevcesinin kabirlerini tamir ettirerek her iki kabrin muhâfazasını temin etti.


Hüseyin Hilmi Işık, ilim güneşi Abdülhakîm Efendinin vefatlarından sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar, sonra Kadıköy Müftîsi, fazîletli Seyyid Ahmed Mekkî Efendinin halka-i tedrîsine kabûl buyuruldu. Büyük bir şefkat ve mahâret ile, (fıkh), (tefsîr), (hadîs), ma’kûl ve menkûl, üsûl ve fürû’ ilimlerini tâlim buyurup kendisini, 27 Ramazân-ı mübârek 1953 (H.1373) pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse mezun eyledi.

Öğretmenlik hayatı

Hüseyin Hilmi Işık, 1947’de Bursa Askerî Lisesi’nde kimyâ muallimi, sonra öğretim müdürü oldu. Kuleli ve Erzincan askerî liselerinde uzun seneler kimyâ okutarak yüzlerce subaya hocalık yaptı. 1960’da emekli olduktan sonra, Vefâ Lisesi’nde, Fatih imâm hatîp okulunda, Cağaloğlu ve Bakırköy sanat enstitülerinde matematik ve kimyâ hocalığı yapıp çok sayıda îmânlı genç yetiştirdi.


1962 senesinde Yeşilköy’de Merkez Eczâhânesi’ni satın aldı. Sâhip ve mesûl müdürü olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etti.

'Seâdet-i Ebediyye' yi yazması

HüseyinHilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, 1956 senesinde “Seâdet-i Ebediyye” kitâbını neşretti. Seâdet-i Ebediyye kitâbını okuyanların teşvîki ile, ikinci kısmını da hazırladı. Bu da, 1957’de bastırıldı. Bu iki kitâp, temiz gençlikte, İslâmiyete karşı, öyle bir alâka ve câzibe uyandırdı ki, suâl yağmuru altında kaldı. Bu çeşitli soruları cevâplandırmak için, mûteber kitâplardan tercüme ederek yaptığı açıklamalar ve ilâvelerle, üçüncü kısmını da 1960’da bastırdı. Bu üç kitâbı, 1963’de bir araya getirip, “Tam İlmihâl” adını verdi. Devâmlı suâller sebebi ile, kitâbının her baskısına yeni ilâveler yaparak 1248 sayfalık eşsiz bir eser meydana getirdi. Eserin İngilizceye tercümesi yapıldı, “Endless Bliss” ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi tarafından beş cild olarak bastırıldı.


Abdülhakîm-i Arvasi hazretlerinin oğlu derin âlim Ahmet Mekki Efendi, Seâdet-i Ebediyye kitâbına yazdığı takrizde şöyle söylemektedir: “Asrımızın fâdıllarından, zamânımızın bir tânesinin yazmış olduğu Seâdet-i Ebediyye kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâpta, kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâplarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâpta, Ehl-i sünnet velcemâ’at itikâdına uygun olmayan hiçbir bilgi, hiçbir söz yoktur. Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmayan, belki de, ileride bir benzeri yazılamayacak olan, bu kitâptan alınız!”

İlmi faaliyetleri

Hüseyin Hilmi Işık, 1966 senesinde İstanbul’da Işık Kitâbevi’ni, sonra da Hakîkat Kitâbevi’ni açtı. 1976 yılında, İhlâs Vakfı’nı kurdu. Türkçe, Almanca, Fransızca, İngilizce ve ofset ile hazırladığı Arabî, Fârisî yüzden fazla kitâbı dünyânın her tarafına yaydı. Bütün bu hizmetlerin, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin tasarrufları ve himmetleri ile ve İslâm âlimlerine olan aşırı sevgi ve saygısının bereketi ile olduğunu söylerdi.


Hüseyin Hilmi Işık’ın teğmenlik yılları

Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, Seyyid Abdülhakîm Efendinin sohbetindeki, sözlerindeki lezzeti, başka hiçbir yerde duyamadığını söyler, “şimdi en zevkli anlarım, o tatlı günleri hâtırladığım zamanlardır” derdi. “O zamanları hâtırladıkça, hasretinden, firâk ateşinden burnumun kemikleri sızlıyor” der, şu beyti sık sık okurdu:


Zi-hicr-i dositân, hûn şüd derûn-i sîne cân-ı men,
Firâk-ı hem-nişînân suht magz-ı istehân-ı men!

(Sevdiklerimden ayrı kaldığım için, göğsümde, rûhum kan ağlıyor,
Birlikte oturduklarımın ayrılığı, kemiklerimin iliğini yakıyor!)


Hüseyin Hilmi Işık, her sohbetinde İslâm âlimlerinin kitâblarından okur, İmâm-ı Rabbânî’nin ve Abdülhakîm-i Arvâsî’nin sözlerini aktarırken, gözleri yaşarırdı. “Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmest” derdi. “Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür” demektir.

Vefatı

Vefatı

Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” 26 Ekim 2001 (H. 9 Şabân 1422)’de vefât etti. Eyüp Camiinde kılınan cenaze namazına binlerce insan katıldı. Eyüp Sultan’da toprağa verildi.


Hüseyin Hilmi Işık’ın, bir kızı, bir oğlu olup, oğlu Abdülhakim Bey babasından yedi ay önce Hakk’ın rahmetine kavuştu. Damadı İhlas Holding’in sahibi Enver Ören, torunu A. Mücahid Ören’dir. Bir torunu da Abdülhakim Bey’in oğlu Ferruh Işık Bey’dir.


Hüseyin Hilmi Işık’ın zevcesi Nefise Sîret Hanım, 28 Şubat 2009 tarihinde İstabul’da vefat ederek, zevcinin yanına defnolundu.


26 Ekim 2001 Yılında vefat eden Hüseyin Hilmi Işık’ın cenazesi Eyyüp Sultap Camiinde binlerce seveni tarafından kaldırıldı.
Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, hayatı boyunca insanlarla iyi geçinmeyi, güzel ahlâk sahibi olmayı tavsiye etti. Fitne çıkarmaktan her zaman çok sakındı ve sevenlerine de bu hususta hep ikazda bulundu. Güler yüzlü olmayı, güzel ve temiz giyinmeyi tavsiye etti. Bu zamanda İslamiyete hizmetin bu şekilde yapılacağını söylerdi. Politikaya asla karışmadı. Siyaset adamları ile görüşmekten kaçındı. Yetiştirdiği binlerce öğrencisi ülkeye hep faydalı hizmetlerde bulunmuşlardır. “Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir saat kalsa, orada hayırlı bir iz bırakır” derdi.


Hüseyin Hilmi Işık’ın cenazesine Türkiye’nin çeşitli yerlerinden binlerce seveni katılmıştı
Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” son derece vefakâr idi. Ecdadımıza büyük hürmeti vardı. İslam âlimleri ve Osmanlılara, vefa borcu olduğuna inanır ve onları büyük bir muhabbetle severdi. “Osmanlılar olmasaydı, biz şimdi Müslüman ve Ehli sünnet olamazdık” derdi. Hocası Seyyid Abdülhakim Efendinin talebeleri ve aile efradına hürmet ve ihsanlarda bulunmayı bir vefa vecibesi addederdi. Seyyidlere büyük hürmeti vardı. Ömrü boyunca, onlara hizmet etmeyi, onların sıkıntılarını gidermeyi maddî ve manevî destek vermeyi kendine önemli bir vazife bildi.


“En büyük keramet istikamet üzere olmaktır” buyururdu. Namazı ve diğer ibadetleri birinci vazife olarak görür, altını çize çize “Namaza mani olan işte hayır yoktur”, derdi.


Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” dine zararı olmayan şeylere üzülmezdi. Çocukların yaramazlıklarını tabii görürdü. Ama onlara dinlerini öğretmekte gevşek davranılmasını hoş görmezdi. Şahsî malı, serveti yoktu. Çok çalışkandı. Nesi varsa, kitaplara ve kitapların dünyaya yayılmasına harcadı.

Hüseyin Hilmi Işık’ın albaylık yılları

Hakikî bir tevazuya sahip idi. Kendisini asla başkalarından üstün görmez, sevenlerine “Benim günahım hepinizden çoktur, çünkü ben hepinizden daha yaşlıyım” derdi. Evine gelen misafirlere lâyıkıyla hizmet ederdi. Evinin alış verişini bizzat yapar, odununu ve kömürünü kendi alır, fatura ve vergilerini kendisi yatırırdı.


Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, ailesinden Osmanlı terbiyesi, Seyyid Abdülhakîm Efendiden de tasavvuf edebi almış idi. Kendisinden büyüklerin yanında konuşmaz, kimse ile münâkaşa etmez, edebi gözetir, ekseriyâ iki dizi üzerine oturur, bağdaş kurmayı bile edeb dışı görürdü. Bursa’da eski müderrislerden Ali Haydar Efendiyi ziyaretinde saatlerce iki dizi üzerinde oturunca, Ali Haydar Efendi talebelerine, “Hilmi Beyden edeb öğrenin edeb!” demişti.

Güzel ahlakı

Hüseyin Hilmi Işık, çok nazik ve kibardı. Mamak Maske fabrikasında vazife yaparken, orada Cemal adında bir genç çalışıyordu. Babası Diyanette heyet-i müşavere azası Konyalı Eyüb Necati Perhiz idi. Genç evde de efendimli konuşmaya ve ibadetlerini yapmaya başlayınca babası bu değişikliğin sebebini sordu. Bizim bir kumandanımız var, çok kibar birisidir. Efendimsiz konuşmaya alışırım da onun yanında da öyle konuşurum diye korkuyorum dedi. Babası şaşırdı. Oğlu ile, Hüseyin Hilmi Efendiye, kendisini ziyaret edip teşekkür etmek üzere haber gönderdi. Hilmi Efendi “babanız yaşlıdır. Buraya gelmesi de uygun olmaz, biz ona gidelim” dedi; ve ziyaret etti.


Seâdet-i Ebediyye kitabını ilk çıkardığı sıralar, subaylara, senede bir kaç defa çift maaş verirlerdi. Çift maaşın tekini biriktirip, bu kitabı çıkarmak için harcardı.


Hüseyin Hilmi Işık’ın “rahmetullahi aleyh”, sabır ve tahammülleri çok idi. İnsanlardan, bir eziyet, sıkıntı gelse katlanır, mukabele etmezdi. Yerine göre pamuktan yumuşak, ama küfre, bid’atlere ve günâha karşı da çelik gibi sert idi. Dinimizin öngördüğü derecede cesûr idi. Kitaplarında doğruyu yazmaktan kaçınmaz, “Korkulacak yalnız Allahü teâlâdır” der, ama fitne çıkmamasına da çok dikkat ederdi. Devletin kanunlarına uymada çok titiz davranırdı. Müslüman dine uyar, günah işlemez; kanunlara uyar, suç işlemez derdi. Sık sık “Vatan sevgisi imandandır” hadis-i şerîfini okurdu.


Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”, maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî ve bilhassa fen, tıb ve eczacılık ilimlerinde zamanın ileri gelenlerinden olduğu için, gerçek bir âlim idi. Her sözü ilme, fenne ve tecrübeye dayanan ve bu bilgilerini ve tecrübelerini dinin temel ve asıl miyarları ile karşılaştırıp, tartarak, söylediğinden, hikmet konuşan, yâni her sözünde dünyevi veya uhrevî faydalar bulunan, belki eşi bir daha çok zor bulunabilecek olan bir zât idi.

Silsile-i Aliyye Büyükleri

hakkında detaylı bilgi

Behaeddin-i Buhari, İmam-ı Rabbani, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi zatların da içinde bulunduğu silsileye, (Silsile-i aliyye) yani yüksek silsile denmiştir.