Bir devlet, bir millet, çok mütevâzî ve nâzik olursa, düşman devletlerin hücûmuna uğrar, onların tama’larını üzerine çeker. Düşman devletler, bu milletin tevâzu’unu, nezâketini, aczine ve korkaklığına vererek onlara saldırır. Târîh, bu sözlerimizin binlerce misâli ile doludur. İslâmiyyetde, cihâda hâzırlanmak emri olmasaydı, müslimânların etrâfında olan düşmanları, müslimânları ve islâmiyyeti yok etmeğe çalışacaklar ve onlara saldıracaklardı. Günümüzde de, dünyâ devletleri, bütçelerinden en çok parayı, müdâfe’a ve harb sanâyı’ine ayırmakdadırlar. Hattâ, açlık, kıtlık ve fakîrlik bulunan devletler dahî böyle yapmakdadır. Bu, bir devletin bekâsı ve vatanın muhâfazası için şartdır. Cihâd emrinin olmamasını, dinlerinin fazîleti için delîl getiren hıristiyan devletler kuvvetlenince, islâm memleketlerine ve diğer za’îf milletlere saldırmış, onları istîlâ etmiş, yıllarca zulm etmiş ve sömürmüşlerdir. Bu zulmde, bilhâssa İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya çok ileri gitmişlerdir. Hâl böyle olunca, hıristiyanlıkda cihâd emrinin olmaması sözü nerede kalmışdır. Papazlara bunu soruyoruz?]
Protestan papazların, islâm dînine yapdıkları i’tirâzlardan birisi de, cürümleri afv etmemek mes’elesidir. Neşr etdikleri risâlelerin birisinde, (İncîl, şahsın husûsî muâmelelerinde, muhabbet, sıkıntıya katlanma ve afvın lüzûmunu, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinden dahâ çok beyân ederek ortaya koymuşdur. Hâlbuki islâmiyyetin, cürmü afv etmekde, hıristiyanlıkdan dahâ çok bir fazîlet ortaya koyması lâzım idi. Suçluya cezâ vermekde, değil Mûsâ aleyhisselâmın şerî’ati, yehûdîlerin bu şerî’ati te’vîl ederek yapdıkları kanûnlardan da şiddetli davranmakdadır. Kısâsı câiz gösterdiği gibi, intikâm almağa da cevâz vermekdedir. Sûre-i İsrânın üçüncü âyetinde meâlen: (Kim mazlûm olarak öldürülürse, biz o öldürülen kimsenin velîsi olan vârisine tasallut, ya’nî kuvvet ve salâhiyyet veririz) ve sûre-i Bekaranın yüzyetmiş sekizinci âyetinde meâlen: (Ey îmân edenler! [kasden öldürülenler için]sizin üzerinize kısâs farz kılındı. Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısâs olunur)buyurulmuşdur. Burası da dikkat edilecek bir yerdir. Çünki Kur’ân-ı kerîm, Tevrât gibi, böyle bir kanûnun sûiisti’mâl edilmesini önleyecek tedbîrler beyân etmemişdir. Bunun için, islâmiyyeti kabûl eden kabîlelerden ba’zıları, yalnız kâtil olan kimseyi değil, belki kâtilin akrabâsından birini de, maktûlün yerine katl etmek, Kur’ân-ı kerîme göre câizdir zan ederek, günâhsız bir kimseyi kâtil yerine öldürürler. Fekat Tevrât, kısâs hükmünü böyle sûiisti’mâllerden önlemek için Tesniyyenin (Kitâb-ı istisnânın) yirmidördüncü bâbındaki, (Oğullar için babalar öldürülmiyecekler ve babalar için oğullar öldürülmiyeceklerdir.