Bu dâr, dâr-ı ameldir. [Bu dünyâ, amel yeridir]. Tâ’atleri yapmakda merd olalar. Yalnızlığı ve bir yere çekilmeği ganîmet bileler. Bedenin ihtiyâcı olan şeyleri (yiyecek, içecek v.s.) Allahü teâlâya havâle edeler. 4/178.
● Berâhime-i Hindin [Hind Berehmenlerinin] ve felâsife-i yunanın [Yunan felesoflarının] yapdıkları riyâzet ve mücâhedeleri, Peygamberlerin dinlerine uygun olmadığından, âhıretde kurtulamazlar. 4/50 [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]
● Bir kimseye rucû’ eylemeğe (tâbi’ olmağa) illet (sebeb), ve bir mevcûda i’timâd eylemeğe sebeb, yâ mürebbî (terbiye edici) veyâ saltanat sâhibi veyâhud ma’bûdiyyet ve ülûhiyyetdir ki, bunların cümlesi cenâb-ı mukaddese ve bîçûn-i hakîkiye (akl ermiyene) müsellemdir (teslimdir). [Kul’eûzü tefsîri] 4/79.
● Berzah-ı kübrâda [Âhıret gününde] dağılmış parçaları ve çürümüş kemikleri toplayıp, beden zıl mu’âmelesinden kurtulur. O vaktde yakınlık devleti (ni’meti) aslen beden unsuru için olup, bâtın eski nisbetinde iken, zâhire bir yakınlık bahş ederler ki, bâtın zâhire tâbi’ olmağa tâlib olur. 4/109.
● Birinin makbûlü, cümlenin makbûlüdür. Birinin merdûdü, cümlenin merdûdüdür. 4/87
● Bast ve kabz, erbâb-ı kulûbda hâsıl olur ki, onlar başlangıç ehlidir. Kalb, makâm-ı telvînde olduğu müddetçe, kabz ve bastın gelmesine sebeb olur. Temkîne bağlı oldukda kabz ve bastdan kurtulur. Müntehî [yolun nihâyetine eren] için bu kabz ve bast yokdur. Onda yekrengi ve temkîn [sükünet ve temkîn] mevcûd iken, ba’zı noksanlıklar sebebi ile, bir tatsızlık ortaya çıkar. 6/137.
● Bast ve kabz, sâliklere zuhûr eden iki hâldir. Kabzda terakkî edemeyip [yükselemeyip], tâ’ate rağbet ederler. 6/79
● Beşerin havâssı [insanların seçilmişleri], meleğin havâssından [seçilmişlerinden] efdaldir. 6/183
● Beşerin yaratılmasından murâd, Allahü teâlâyı tanımak olup, bu da Allahü teâlâda fânî olmağa bağlıdır. 4/99