401

Allahü teâlânın âdeti olarak yaratdığı şeylerin, ya’nî his organlarımız ile ve tecribe ile edindiğimiz bilgilerden ba’zılarının, akla uygun olmaması, bunları bilgi olmakdan çıkarmaz demişdim. His organları ile hâsıl olan bilgilerin böyle olduğunu bildirmişdim. Şimdi, yukarıda yazılı şübhelerin herbirine ayrı ayrı cevâb verelim. Evvelâ, Peygamber olduğunu söyliyen bir kimse, Peygamber olduğunu gösteren mu’cize getirir ve (Bunun gibi, siz de yapınız) diyerek meydân okur ve karşısına çıkılamazsa, Onun doğru söylediği anlaşılır. Ya’nî, böyle şeylere inanmak lâzımdır. Buna karşı, sonradan söylenecek şeyler safsata, bâtıl, değersiz olur. Önceden, ehemmiyyet vermemiş, sonradan da korkudan, cevâb verememiş olabilir demek de yersizdir. Çünki, kıymetli birşey yapıp, bunu başkası yapamaz diyen kimseye karşı o şeyi yapmak, herkesin arasında büyük şeref, öğünülecek üstünlük olur. Herkes onu över, sever, arkasından gider. Bunu kim istemez? Bunu yapabilecek kimsenin yapmak istememesi, karşısındakinin haklı olduğunu, doğru söylediğini gösterir. Üçüncü zannın cevâbına gelince, kudreti olanın cevâb vermesi lâzım olduğu bilindiği gibi, bunu göstermesi de lâzım olur. Çünki, bunu ancak göstermekle maksad temâm olur. Ba’zı zemânda, ba’zı yerde, ba’zı kimseler için mâni’ bulunması, her zemân, heryerde mâni’ bulunmasını göstermez. Hattâ, böyle olmadığı açıkca bilinmekdedir. Yazılmış olan cevâbın gizli kalması mümkin değildir. Böylece, süâldeki şübhelerin hepsi aslsızdır.

Din adamları, Kur’ân-ı kerîmin i’câzını başka başka bildirdiler. Çok kimse, Kur’ân-ı kerîmin nazmı garîb, üslûbu acîbdir. Arab şâ’irlerinin nazmlarına, üslûblarına benzemediği için mu’cizdir dediler. Sûrelerin başındaki ve sonundaki ve kıssalarındaki nesr kısmlar da böyledir. Âyetlerin aralıkları, onların Sec’leri gibidir. [Sec’, kumru kuşunun devâmlı ötüşüne denir. Nesrde, cümle sonlarının kafiye şeklinde birbirlerine uygun olmalarına denir.] Bunların Kur’ân-ı kerîmde mevcûd olmaları, onların sözlerinde olanlar gibi değildir. Bunları Kur’ân-ı kerîmdeki gibi yapamadılar. Arabcayı iyi bilen kimse, Kur’ân-ı kerîmin i’câzını açıkça anlar. Kâdı Bâkıllânî dedi ki, i’câz, hem belâgatinin yüksek olmasından, hem de nazmının garîb olmasındandır[1]. Ya’nî, hiç görülmemiş nazmı olduğu içindir. Ba’zıları, i’câz, gaybdan haber vermesidir, dedi. Meselâ, (Rûm) sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (Onlar gâlib geldiler ise de, on seneye varmadan mağlûb olacaklardır) buyuruldu.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.